Her engel bir fırsat
Eski zamanlarda bir kral,saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş,kendisi de pencereye oturmuştu.
Bakalım neler olacaktı?...
Ülkenin en zenginleri, en güçlü kervanları,saray görevlileri birer birer gediler....Sabahtan öğlene kadar...
Hepsi,kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler.Pek çoğu da; Halkından bu kadar vergi aldığı halde saray yollarını bile temiz tutamıyor'' diye yüksek sesle kralı eleştirdi.
Sonunda bir köylü çıkageldi saraya; meyve ve sebze getiriyordu.
Yoldaki engeli görünce sırtındaki küfeyi yere indirdi ve olanca güçüyle kayayı itmeye başladı.
Sonunda kan ter içinde kalmış ama engelide yolun kenarına çekmiş oldu.Tam küfesini sırtına almak üzereydi ki kayanın eski yerinde bir kesenin olduğunu gördü...
Açtı, kese altın doluydu.Birde kralın notu vardı içinde:
_''Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.'' diyordu kral...
Köylü,bu gün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.
''Her engel hayat şartlarımızı daha da iyileştirecek bir fırsattır aslında...''
Bakalım neler olacaktı?...
Ülkenin en zenginleri, en güçlü kervanları,saray görevlileri birer birer gediler....Sabahtan öğlene kadar...
Hepsi,kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler.Pek çoğu da; Halkından bu kadar vergi aldığı halde saray yollarını bile temiz tutamıyor'' diye yüksek sesle kralı eleştirdi.
Sonunda bir köylü çıkageldi saraya; meyve ve sebze getiriyordu.
Yoldaki engeli görünce sırtındaki küfeyi yere indirdi ve olanca güçüyle kayayı itmeye başladı.
Sonunda kan ter içinde kalmış ama engelide yolun kenarına çekmiş oldu.Tam küfesini sırtına almak üzereydi ki kayanın eski yerinde bir kesenin olduğunu gördü...
Açtı, kese altın doluydu.Birde kralın notu vardı içinde:
_''Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.'' diyordu kral...
Köylü,bu gün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.
''Her engel hayat şartlarımızı daha da iyileştirecek bir fırsattır aslında...''
Okunanlar ancak yaşanarak anlaşılır
Kendi içinde hazmedemediğin bilgiyibaşkalarına telkin etme.Kuş gibi değil,koyun gibi ol.O,yediklerini süt olarak ortaya koyar. Unutma,okunanlar ançak yaşanarak anlaşılır.Bilmek çok önemlidir ama yanlız başına önemli değildir.Bilgiyi kendine ilave edip faydalı hale getirip,aksiyona, işe dönüştür ki,''kitap taşıyan merkep''benzetmesine örnek teşkil etme.öğrendiklerini kaydetmeyi alışkanlık edin.
Unutma ki en soluk mürekkep,en iyi hafızadan daha iyidir.Duygularını,önyargılarını,ideolojini''bilgi'' zannetme yanlışlığına düşme.Bilmediğini bilmeyen insanlara,bilmediklerini öğretmeye kalkma.Abestle iştiğaldir.
Unutma! Yazarsan; beşikte öğrendiğini mezara taşırsın.Tanımadığın,bilgi ve kültür düzeyini bilmediğin bir insana, talep etse bile kitap tavsiye etmeye kalkma.
Çünkü kitap tavsiyesi, hasta tedavisi için reçete yazmaya benzer.''teşhis''koymadan reçete yazmaya kalkan bir hekim,hastasına iyilik edeyim derken kötülük edebilir.
Unutma ki en soluk mürekkep,en iyi hafızadan daha iyidir.Duygularını,önyargılarını,ideolojini''bilgi'' zannetme yanlışlığına düşme.Bilmediğini bilmeyen insanlara,bilmediklerini öğretmeye kalkma.Abestle iştiğaldir.
Unutma! Yazarsan; beşikte öğrendiğini mezara taşırsın.Tanımadığın,bilgi ve kültür düzeyini bilmediğin bir insana, talep etse bile kitap tavsiye etmeye kalkma.
Çünkü kitap tavsiyesi, hasta tedavisi için reçete yazmaya benzer.''teşhis''koymadan reçete yazmaya kalkan bir hekim,hastasına iyilik edeyim derken kötülük edebilir.
Yemekte Besmele ve Şeytan
Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor:
Peygamber aleyhisselâm ile beraber yemek etrafında hazır olduğumuz vakit.. Allah’ın Resulü başlamadan önce ellerimizi yemeğe uzatmazdık. Bir defa Resulüllah aleyhisselâm ile beraber yemek etrafında toplanmıştık. Bir cariye, biri tarafından itilircesine gelip elini yemeğe uzatınca, Peygamber aleyhisselâm cariyenin elini tutup onu durdurdu. Ondan sonra bir Arâbî de aynı şekilde itilircesine geldi. Allah’ın Resulü bununda elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldu ve şöyle buyurdu:
— Muhakkak ki şeytan, Allah’ın ismi anılmamak, yani besmele çekilmemek suretiyle yemeği kendisine helâl kılmaya gayret eder. Bu sebeple bu cariyeyi getirdi ve besmele çektirmeden yemeğe başlatarak, bunun vasıtasıyla yemeği kendisine helâl kılmak istedi. Bunun için cariyenin elinden tutup yemeğe başlamasını önledim. Sonra, aynı sebeple şu ârâbiyi getirdi. Onun da elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldum. Hayatımı kudreti ile tutan Allah’a yemin ederim ki, cariyenin eli ile birlikte şeytanın da eli elimde idi.
(Müslim, Ebû Davud, Neseî)
Hazreti Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor:
Resülullah aleyhisselâm sahabîlerinden altı kişi ile beraber yemek yiyordu. Bu arada bu ârâbî geldi ve iki lokma yedi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:
— Eğer şu ârâbî besmele ile yemiş olsaydı yemek hepinize yeterdi, buyurdular.
(Tirmizî)
Nicin evlenmiyor?
Râbia-tül Adeviyye,
-Niçin evlenmiyorsun?" diye ısrâr edenlere şöyle söyledi:
-Benim üç büyük derdim var. Bunların sıkıntısından kolayca kurtulmamı garanti ederseniz, o zaman evlenirim.
Birincisi, acabâ son nefesimde îmânımı kurtarabilecek miyim?
İkincisi, Kıyâmet gününde amel defterimi sağ tarafımdan mı, yoksa sol tarafımdan mı verecekler?
Üçüncüsü, herkesin hesâbı görüldükten sonra bir grup Cehennem'e ve bir grup Cennet'e giderken, acabâ ben hangi grupta bulunacağım? dedi.
O kimseler;
-Biz bu suâllerin cevâbı olarak size bir şey söylemekten âciziz" dediler.
-O halde önümde böyle dehşetli günler varken ve bu günlere hazırlanmak elbette lâzım iken, evlenmeyi nasıl düşünebilirim? buyurdu.
İLAHİ
aylar yillar saymasaydim
ah bagrima tas bassaydim
et tirnakdan ayrilir mi
keske anne olmasaydim
bas ucunda oturdugum
nice hayaller kurdugum
sen biricik kusum benim
bu yuvadan ucurdugum
duvak duvak tel mi oldun
nefesimde yel mi oldun
sen annenin kuzusuydun
gidiyorsun el mi oldun
bagrimi üce yardilar
ne bileyim ne sardilar
dallarimda tomurcukdun
seni benden ayirdilar
akmayin sular akmayin
yanmisim beni yakmayin
yavrumdan kalan hayaller
beni yalniz birakmayin
kurumus dallar egilmez
azgin yaraya degilmez
evlat yarasi kardesim
anne olmayanlar bilmez
dün bütündük bugün yarim
hani benim yavrularim
ne cabuk gecti seneler
ne tez aldi yavrumu eller
ak alninda tas olsaydim
gözlerinde yas olsaydim
su daglarda tas olsaydim
keske anne olmasaydim
ne cabuk gecti seneler
ne tez aldi yavrumu eller
-Niçin evlenmiyorsun?" diye ısrâr edenlere şöyle söyledi:
-Benim üç büyük derdim var. Bunların sıkıntısından kolayca kurtulmamı garanti ederseniz, o zaman evlenirim.
Birincisi, acabâ son nefesimde îmânımı kurtarabilecek miyim?
İkincisi, Kıyâmet gününde amel defterimi sağ tarafımdan mı, yoksa sol tarafımdan mı verecekler?
Üçüncüsü, herkesin hesâbı görüldükten sonra bir grup Cehennem'e ve bir grup Cennet'e giderken, acabâ ben hangi grupta bulunacağım? dedi.
O kimseler;
-Biz bu suâllerin cevâbı olarak size bir şey söylemekten âciziz" dediler.
-O halde önümde böyle dehşetli günler varken ve bu günlere hazırlanmak elbette lâzım iken, evlenmeyi nasıl düşünebilirim? buyurdu.
İLAHİ
aylar yillar saymasaydim
ah bagrima tas bassaydim
et tirnakdan ayrilir mi
keske anne olmasaydim
bas ucunda oturdugum
nice hayaller kurdugum
sen biricik kusum benim
bu yuvadan ucurdugum
duvak duvak tel mi oldun
nefesimde yel mi oldun
sen annenin kuzusuydun
gidiyorsun el mi oldun
bagrimi üce yardilar
ne bileyim ne sardilar
dallarimda tomurcukdun
seni benden ayirdilar
akmayin sular akmayin
yanmisim beni yakmayin
yavrumdan kalan hayaller
beni yalniz birakmayin
kurumus dallar egilmez
azgin yaraya degilmez
evlat yarasi kardesim
anne olmayanlar bilmez
dün bütündük bugün yarim
hani benim yavrularim
ne cabuk gecti seneler
ne tez aldi yavrumu eller
ak alninda tas olsaydim
gözlerinde yas olsaydim
su daglarda tas olsaydim
keske anne olmasaydim
ne cabuk gecti seneler
ne tez aldi yavrumu eller
”Allah tan kork,Mührümü bozma!”

Geçmiş ümmetlerde gurbete çalışmaya giden üç arkadaş, bir ara yoğun bir yağmura mâruz kalınca yol kenarındaki bir mağaraya sığınırlar. Ne var ki, karşı dağdan, düşen yıldırım sebebiyle kopup yuvarlanan bir taş gelir, içinde bulundukları mağaranın kapısına sıkışıp kalır.
İçeride bulunan üç arkadaş korkup düşünmeye başlarlar. Nasıl çıkacaklar kapanmış olan mağaradan? Biri der ki: Bu belâdan kurtulmamızın bir çâresi olabilir. O da, Rabbimizin rızâsı için yapmış olduğumuz iyilikler. Gelin bunları şefaatçı yapıp buradan kurtulmayı Rabbimizden dileyelim.
Bu sebeple biri der ki:
� Ey Rabbim! Ben yanında işçi çalıştıran biriydim. Bir gün, çalışan işçim akşam yevmiyesini almaya gelmedi. Ben de onun parasını onun adına ayırıp çalıştırdım. Seneler sonra gelince parasını kazancıyla birlikte verdim. Şaşırdı, almak istemedi. Sonra ciddi olduğumu anlayınca yevmiyesini kazancıyla alıp sevinerek gitti. Bunu sadece senin rızân için yaptım. Eğer senin yanında makbul oldu ise, bunun hürmetine şu kayayı, çıkacağımız yerden uzaklaştır!
Bu dua üzerine kaya yerinden kımıldar, ama çıkılacak kadar yer açılmaz.
İkincisi de şöyle der
� Ey Rabbim! Ben annesine çok hizmet eden biriyim. Bir gece annem su istemiş, ben de koşup dışarıdan su getirmiştim, baktım annem uyumaktadır. Karşısında uyanıncaya kadar bekledim. Gece yarısı uyandığında beni karşısında bekler halde görünce çok memnun olup duâ etmişti. Bunun hürmetine bu belâdan bizi kurtar.
Kaya biraz daha kımıldar, ama yine kurtulmaya yeterli değildir.
Üçüncü olarak da son arkadaşları şöyle duâ eder:
� Ey Rabbim! Memleketimizde kıtlık olmuş, bir çok âile açlık belâsına mâruz kalmıştı. Benim durumum ise iyi idi. Bir gün komşum kızı yanıma gelip açlıktan ölüm tehlikesi geçirmekte olan âilesi için benden yiyecek birşeyler istemiş, ben de ona kendisini bana teslim etmesi halinde istediğini verebileceğimi söylemiştim. Başka çâresinin kalmadığını anlayan kızcağız, nihayet isteğime râzı olmuş, birlikte tenha yere gittiğimizde birden şu ikazda bulunmuştu:
� Ey elinde imkân olan adam! Allah�dan kork, benim iffet mührümü nikâhsız bozmaktan hicap duy! Bu mühür, ancak nikâhla bozulur, başka değil!
Bu beklenmedik ikazdan korkup titremeye başladım. Kendimi mâsum bir kızın namus mührünü bozan iffetsiz durumuna düşürmekten utandım ve dedim ki:
� Haydi gel, istediğin kadar yiyecek al, mührünü muhafaza ederek iffetinle yaşa.
Böylece ona istediğini verdim ve mührünü bozmadım. Bunu senin rızân için yaptım. Eğer kabul edildi ise, şu kayayı kapımızdan uzaklaştır da çıkıp kurtulalım.
Bir de baktılar ki, sıkışmış kaya paldır küldür yuvarlanıp gitti, kurtulup dışarı çıktılar.
Evet, işte iffetsizlerin yersizliğini söylemek istedikleri kızlık işaretinin hadisteki adı mühürdür.
Kaynak: Yeni aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları

Bir dost

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...
'Nereden çıktın bu vakitte' dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; gözünün dilini bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı...
Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kolları, dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli. Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi... Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş..
Gözbebekleri bulutlandığında, yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Ve sen ağladığında onun gözlerinden gelmeli yaş...
Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri...
'Parkurun bütün zorluklarına rağmen dostluğumuzu koruyabildik, acıları birlikte göğüsleyebildik ya; yenildik sayılmayız' diyebilmeli...
Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda, küçücük bir kağıda yazdığımız kısa ama ümit var bir yazıyı yüreğe benzer bir taşa bağlayıp birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz:
'Bunu da aşacağız!
İmza: Bir dost!...'

Ne Ol Ne Olma
Paranı ver, gönlünü ver selam ver, canını ver ama SIRRINI VERME!
Günlerini say, servetini say, büyüklerini say ama YERİNDE SAYMA!
Emek ver, kulak ver, bilgi ver ama hiç bir zaman BOŞVERME!
Satıcı ol, alıcı ol, kalıcı ol, bulucu ol ama BÖLÜCÜ OLMA!
Eşini beğen, işini beğen aşını beğen ama KENDİNİ BEĞENME!
Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle ama KİN BESLEME!
Davet et, hayret et, affet, tövbe et ama İHANET ETME!
Hedefe koş, yardıma koş ama, ORTAK KOŞMA!
Elini aç, gözünü aç, kapını aç ama AĞZINI AÇMA!
Okumaktan zarar gelmez, oku ama LANET OKUMA!
Rakibini geç, sınıfını geç ama GÜLÜP GEÇME!
Ev al, araba al, abdest al ama BEDDUA ALMA!
Zulmü devir, nefsi devir ama ÇAM DEVİRME!
Yaklaş, konuş, tanış ama UŞAKLAŞMA!
Doğrul, devril ama EĞRİLME!
Seslen, uslan ama YASLANMA!
İtil, atıl ama SATILMA!!!
Günlerini say, servetini say, büyüklerini say ama YERİNDE SAYMA!
Emek ver, kulak ver, bilgi ver ama hiç bir zaman BOŞVERME!
Satıcı ol, alıcı ol, kalıcı ol, bulucu ol ama BÖLÜCÜ OLMA!
Eşini beğen, işini beğen aşını beğen ama KENDİNİ BEĞENME!
Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle ama KİN BESLEME!
Davet et, hayret et, affet, tövbe et ama İHANET ETME!
Hedefe koş, yardıma koş ama, ORTAK KOŞMA!
Elini aç, gözünü aç, kapını aç ama AĞZINI AÇMA!
Okumaktan zarar gelmez, oku ama LANET OKUMA!
Rakibini geç, sınıfını geç ama GÜLÜP GEÇME!
Ev al, araba al, abdest al ama BEDDUA ALMA!
Zulmü devir, nefsi devir ama ÇAM DEVİRME!
Yaklaş, konuş, tanış ama UŞAKLAŞMA!
Doğrul, devril ama EĞRİLME!
Seslen, uslan ama YASLANMA!
İtil, atıl ama SATILMA!!!
eğer
Eğer
Eğer, herkes soğukkanlılığını kaybedip seni suçladığı zaman, sen soğukkanlılığını koruyabilirsen;
Eğer, herkes senden şüphelendiği halde onların bu şüphesini müsamaha ile karşılayabilirsen;
Eğer bekleyebilir ve beklemekten yorulmazsan;
Yahut iftiraya uğrar da, iftira ile mukabele de bulunmazsan
Ve aynı zaman da ne çok uysal olup ne de çok akıllıca bir tavırla konuşmazsan;
Eğer düşünebildiğin halde düşüncelerin kölesi olmazsan;
Eğer felaket ve saadetle yüzleşebilir ve bu iki sahtekârı aynı surette karşılayabilirsen;
Eğer hayatını vakfettiğin şeylerin yıkılışını seyredebilir ve eğilip kırık aletlerle onu tekrar kurabilirsen;
Eğer iş işten geçtikten sonra kalbini, sinirlerini ve vücudunu tekrar tam faaliyetle seferber edebilip gayene ulaşmaya çalışabilirsen;
Ve sana “dayan!” iradenden başka hiçbir şeyin kalmadığı zaman dişini sıkmasını bilirsen;
Eğer halk tabakasıyla konuştuğun halde faziletlerini koruyabilirsen;
Yahut krallarla dolaştığın halde gururlanıp benliğinden kaybetmezsen;
Eğer ne sevdiğin dostlarının, ne de düşmanlarının sözleri seni incitmezse;
Eğer herkesi sayabilir fakat kimseye fazla bağlanmamayı bilirsen;
Eğer her dakikanın altmış saniyesini doldurabilirsen;
O zaman artık adam olduğunu düşünebilirsin oğul...
RUDYARD KYPLYNG
KORKUYORUM
Ekmek kırıntıları

Bir dostum anlatmıştı:Bir tanıdıklarının evinde televizyon arıza yapmış, tamir için televizyoncuyu
çağırmışlar. Tamirci televizyonu tamir için arka kapağını bir açmışki, tv nin arka kısmında bir sürü
ekmek kırıntısı var.
Tabii, kimin yaptığını hemen anlamışlar, evin dört yaşındaki yaramaz kızı.Bu hangimizin evinde
gerçekleşirse gerçekleşsin bir çoğumuzun tepkisi hemen bağırıp, çağırmalar kızmalar hatta daha da
ileri gidip tamircinin yanında çocuğu dövmeya kalkan bile olur.
Fakat anne öyle yapmamış, çocuğuyla konuşmayı denemiş ve ona neden bunu yaptığını sormuş aldığı
cevap karşısında ise hüngür hüngür ağlamış,Meğerse çocuk televizyonda gösterilen Afrika' daki
çocukların zayıf hallerini gördükçe, mutfaktan ekmek alıp tv' nin arkasındaki ızagaradan içeri
atıyormuş.
Galiba çocuklar saflığını en iyi koruyan canlılardır.Ne güzel düşünce...
Bir yemek tarifi:)))
"İNSANLIK"BİR BARDAK GÜLÜMSEME İLE BAŞLAYIN
BİR KAP DOLUSU DOSTLUK İLAVE EDİN
BİR TUTAM YUMUŞAKLIK VE BİRAZDA NEZAKET TOZU İLE KABARTIN
BİR KAŞIK ÜMİT
BİR BÜYÜK PORSİYON YARDIMLAŞMA
ÇOK MİKTARDA ILIM
BİR TUTAM ALÇAK GÖNÜLLÜLÜKLE ÇIRPIN
KUVVETLENDİRMEK İÇİN BİR ÇORBA KAŞIĞI GÜVENE İHTİYACIMIZ OLACAK
BİR SADAKAT KASESİ İÇİNDE BİR ÖLÇÜ İNANÇ
İKİ ÖLÇÜ AKLI SELİM VE BİRKAÇ DAMLA HOŞGÖRÜYÜ
AZAR AZAR İLAVE EDEREK SEVGİYLE KARIŞTIRIN
İKİ KAŞIK GÜLÜCÜK 1 KAŞIK SABIR VE BİR TUTAM ÖVGÜ İLAVE EDİN
ŞEVK İLE HİÇ DURMADAN KARIŞTIRIN
VE ŞÜKRANLA TATLANDIRIN
YEMEĞİN ADINI MERAK ETTİNİZ Mİ ?
"İNSANLIK"
BİR AŞK HİKAYESİ

Daha henüz 18 yaşındaydı, ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmıştı. Kahır içinde eve kapamıştı kendini.. Sokağa çıkmıyordu. Annesi.. Bir de kendisi.. O kadardı bütün hayatı.. Bir gün fena halde sıkıldı, dayanamadı, attı kendini sokağa.. Bir yığın vitrinin önünden geçti.. Tam bir CD satan dükkanı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu. Geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar.. Hani ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte.. İçeri girdi.. Kız gülümseyerek koştu ona.. "Size nasıl yardım edebilirim" diye.. Nasıl bir gülümsemeydi o.. Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı.. Kekeledi, geveledi, sonra "Evet" diyebildi.. Rastgele bir plağı işaret ederek.. "Evet.. Şu CD'yi bana sarar mısınız?.." Kız CD'yi aldı, içeri gitti. Az sonra paket edilmiş geri geldi. Aldı paketi, çıktı dükkandan, evine döndü, açmadan dolabına attı..Ertesi sabah gene gitti ayni dükkana.. Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba, gene açmadan.. Günler hep alınıp sardırılan CD'lerle geçti.. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda.. Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda" dedi.. Ertesi sabah bütün cesaretini topladı. Erkenden dükkana gitti. Bir CD seçti. Kız gülerek aldı plağı. Arkaya gitti, paketlemeye. Kız içerdeyken bir kağıda "Sizinle bir gece çıkabilir miyiz" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi, notu kasanın yanına koydu gizlice.. Sonra paketini alıp kaçtı gene dükkandan.. İki gün sonra evin telefonu çaldı.. Anne açtı telefonu.. CD Dükkanındaki tezgahtar kızdı arayan.. Delikanlıyı istedi.. Notunu yeni bulmuştu da.. Anne ağlıyordu.. "Duymadınız mı" dedi.. "Dün kaybettik oğlumu.." Cenazeden birkaç gün sonra, anne oğlunun odasına girebildi sonunda.. Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı.. Oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü.. Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı.. İçinde bir CD vardı, bir de minik not.. "Merhaba.. Sizi öyle tatlı buldum ki.. Daha yakından tanımak istiyorum.. Bir akşam birlikte çıkalım mı.. Sevgiler.. Jacelyn!." Anne bir paketi daha açtı.. Onda da bir CD ve bir not vardı.. "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık.. Sevgiler.. Jacelyn!.."Unutmayın.. Düşündüğünüz şeyi mutlak söyleyin.. Birini seviyorsanız, söyleyin ona.. İçinizdeki söylemekten korkmayın. Birisi hakkında ne hissediyorsanız söyleyin ona.. Ve hemen söyleyin.. Hemen.. Çünkü, doğru zamanı bekler ve "İşte şimdi tam zamanı" derseniz, bir bakarsınız çok geç olmuş.. Gününüze sahip olun ki, pişmanlıklar yaşamayasınız. Hepsinden önemlisi, dostlarınıza, sevdiklerinize, ailenize hep yakın olun.. Çünkü bugünkü insan olmanızı onlar sağladı, sizi onlar şekillendirdiler.. "Seni seviyorum" demekten sakın, ama sakın çekinmeyin, utanmayın, korkmayın!.. Yaşamı yaşanmaya değer yapan şey sevgidir..
BİR KAP DOLUSU DOSTLUK İLAVE EDİN
BİR TUTAM YUMUŞAKLIK VE BİRAZDA NEZAKET TOZU İLE KABARTIN
BİR KAŞIK ÜMİT
BİR BÜYÜK PORSİYON YARDIMLAŞMA
ÇOK MİKTARDA ILIM
BİR TUTAM ALÇAK GÖNÜLLÜLÜKLE ÇIRPIN
KUVVETLENDİRMEK İÇİN BİR ÇORBA KAŞIĞI GÜVENE İHTİYACIMIZ OLACAK
BİR SADAKAT KASESİ İÇİNDE BİR ÖLÇÜ İNANÇ
İKİ ÖLÇÜ AKLI SELİM VE BİRKAÇ DAMLA HOŞGÖRÜYÜ
AZAR AZAR İLAVE EDEREK SEVGİYLE KARIŞTIRIN
İKİ KAŞIK GÜLÜCÜK 1 KAŞIK SABIR VE BİR TUTAM ÖVGÜ İLAVE EDİN
ŞEVK İLE HİÇ DURMADAN KARIŞTIRIN
VE ŞÜKRANLA TATLANDIRIN
YEMEĞİN ADINI MERAK ETTİNİZ Mİ ?
"İNSANLIK"
BİR AŞK HİKAYESİ

Daha henüz 18 yaşındaydı, ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmıştı. Kahır içinde eve kapamıştı kendini.. Sokağa çıkmıyordu. Annesi.. Bir de kendisi.. O kadardı bütün hayatı.. Bir gün fena halde sıkıldı, dayanamadı, attı kendini sokağa.. Bir yığın vitrinin önünden geçti.. Tam bir CD satan dükkanı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu. Geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar.. Hani ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte.. İçeri girdi.. Kız gülümseyerek koştu ona.. "Size nasıl yardım edebilirim" diye.. Nasıl bir gülümsemeydi o.. Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı.. Kekeledi, geveledi, sonra "Evet" diyebildi.. Rastgele bir plağı işaret ederek.. "Evet.. Şu CD'yi bana sarar mısınız?.." Kız CD'yi aldı, içeri gitti. Az sonra paket edilmiş geri geldi. Aldı paketi, çıktı dükkandan, evine döndü, açmadan dolabına attı..Ertesi sabah gene gitti ayni dükkana.. Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba, gene açmadan.. Günler hep alınıp sardırılan CD'lerle geçti.. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda.. Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda" dedi.. Ertesi sabah bütün cesaretini topladı. Erkenden dükkana gitti. Bir CD seçti. Kız gülerek aldı plağı. Arkaya gitti, paketlemeye. Kız içerdeyken bir kağıda "Sizinle bir gece çıkabilir miyiz" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi, notu kasanın yanına koydu gizlice.. Sonra paketini alıp kaçtı gene dükkandan.. İki gün sonra evin telefonu çaldı.. Anne açtı telefonu.. CD Dükkanındaki tezgahtar kızdı arayan.. Delikanlıyı istedi.. Notunu yeni bulmuştu da.. Anne ağlıyordu.. "Duymadınız mı" dedi.. "Dün kaybettik oğlumu.." Cenazeden birkaç gün sonra, anne oğlunun odasına girebildi sonunda.. Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı.. Oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü.. Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı.. İçinde bir CD vardı, bir de minik not.. "Merhaba.. Sizi öyle tatlı buldum ki.. Daha yakından tanımak istiyorum.. Bir akşam birlikte çıkalım mı.. Sevgiler.. Jacelyn!." Anne bir paketi daha açtı.. Onda da bir CD ve bir not vardı.. "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık.. Sevgiler.. Jacelyn!.."Unutmayın.. Düşündüğünüz şeyi mutlak söyleyin.. Birini seviyorsanız, söyleyin ona.. İçinizdeki söylemekten korkmayın. Birisi hakkında ne hissediyorsanız söyleyin ona.. Ve hemen söyleyin.. Hemen.. Çünkü, doğru zamanı bekler ve "İşte şimdi tam zamanı" derseniz, bir bakarsınız çok geç olmuş.. Gününüze sahip olun ki, pişmanlıklar yaşamayasınız. Hepsinden önemlisi, dostlarınıza, sevdiklerinize, ailenize hep yakın olun.. Çünkü bugünkü insan olmanızı onlar sağladı, sizi onlar şekillendirdiler.. "Seni seviyorum" demekten sakın, ama sakın çekinmeyin, utanmayın, korkmayın!.. Yaşamı yaşanmaya değer yapan şey sevgidir..
TEPKİSİZLİK
TEPKİSİZLİK
Unlu virtioz piyanonun basına oturmuş ve salonu
hıncahınç dolduran seyircilerin önünde, konserine başlamıştı.
Ancak tuşlara basıp çalıyor görünmesine rağmen,
telleri inceden sıkılmış olan piyanodan hiçbir ses çıkmıyordu!
Dinleyiciler, birbirine göz ucuyla bakarak ne yapmaları gerektiğini
Araştırıyorlar, fakat nedense tepki gösteremiyorlardı.
İki saat suren sessiz konserden sonra ünlü virtüöz
oturduğu yerden kalkarak büyük bir ciddiyetle onları selamladı.
Salon sürekli alkış sesleriyle çınlıyordu.
İngiltere’de yaşanan bu olaydan sonra piyanist,
kendisiyle röportaj yapan televizyon spikerine :
-"insanlardaki tepkisizliğin nereye kadar varacağını öğrenmek istedim"
.... diyordu...
- "Meğer siniri yokmuş.."
Mutluluğun Tanımı
Büyük bir kedi, kuyruğuyla oynayan küçük bir kediye sormus:
“Neden kuyruğunu kovalıyorsun?”
Yavru kedi yanıt vermiş:
“Bir kedi için en güzel şeyin mutluluk, mutluluğun da kuyruğum olduğunu öğrendim. Bu nedenle onu kovalıyorum, yakaladıgımda mutluluğa kavuşacagım.”
Bunun üzerine yaşlı kedi şöyle demiş:
“Gençken ben de mutluluğun kuyruğum olduğuna karar vermiştim. Ama şunu farkettim; ne zaman onu kovalasam benden uzaklaşıyor, ne zaman kendi yoluma gitsem hep peşimden geliyor.
GERÇEK SEVGİ
KÜÇÜK KIZ, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.
Ona göre, nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları, onun
hiçde güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi.
Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı. Çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç yıl içinde gerçeklerle yüzleşti.
Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti.
"Badem" dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.......
Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu.
Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye karar verdi.
Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı. Ve kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.
Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı.
Bu arada annesini hiç merak etmiyordu. Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.
Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat
ettiler. Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu.
Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı.
Karşısında bir dünya güzeli vardı. Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü.
Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan burnu düzelmiş, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.
Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak
- Sanki yeniden dünyaya geldim!. dedi. Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış.
Estetik ameliyatı siz mi yaptınız?
Yaşlı doktor
- Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!. diye gülümsedi.
Annenin bağışladığı gözleri taktık. Sen, O' nun gözünden gördün kendini!..
Acı bir öykü

Askerliğini bitirmiş olan genç askerliğini yaptığı şehirden ailesini aradı:
-Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum.
-Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz, diye cevapladılar.Oğulları,
-Bilmeniz gereken bir şey var diye devam etti.
-Arkadaşım savaşta ağır yaralandı.Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti.Gidecek hiçbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum.
-Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.
-Hayır. Anne,baba,onun bizimle yaşamasını istiyorum.
-Oğlum,dedi babası,bizden ne istediğini bilmiyorsun.Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur.Bizim kendi hayatımız var,bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz.Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin.O kendi başının çaresine bakacaktır.Oğlu o anda telefonu kapattı.Ailesi ondan bir süre haber alamadı.Ama birkaç gün sonra,polisten bir telefon geldi.Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler.Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu.
Üzüntü dolu anne-baba oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler.Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler:
Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı.
Bir çoğumuz bu hikayedeki aile gibiyiz;
Güzel olan ya da birlikte olmaktan zevk aldığımız insanları sevmek bizim için çok kolay, ama bize rahatsızlık veren ya da yanlarında kendimizi rahatsız hissettiğimiz insanları sevemiyoruz. Bizim kadar sağlıklı, güzel ya da akıllı olmayan insanların yanından uzak durmayı tercih ediyor

Zenginlik ve Fakirlik

Kadının biri, cömert olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip:
Bu şehirde benden fakir insan yok!.demiş.Bana biraz yardım edermisiniz?
Bilge adam,kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra:
Demek fakirsin!. demiş.hem de çok fakir.Ama karşılıksız yardım yapmak,âdetim değil!.Eğer yardım istiyorsan,çocuğunun parmağını satman gerekir..
Kadın,önce deli olduğunu sanmış bilgenin.Daha sonra da,kötü bir şaka yaptığını...Ama adam ciddi görünüyormuş.Kadına bir kese altın uzatıp:
Ayak parmağına da razıyım!.demiş.Zeten cerrah olduğumdan,ona acı çektirmem.
Kadın,bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken,adam:
Sadece tırnağını söksemde olur! diye devam etmiş.Biliyorsun zamanla yenisi çıkar.
Kadın,bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış.Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken,adam onun arkasından:
Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!.diye bağırmış.Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını,bir kese altına değişmiyorsun.


ZİNCİRLEME
Küçük bir kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi.
Bu gülümseme adamın daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı.
Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğle yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı.
Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.
Adam öyle minnettar oldu ki… İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını güzelce doyurduktan sonra, bir apartmanın bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreşen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi.
Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı.
Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı sonra apartman halkı… Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp ölümden kurtardılar.
Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir tebessümün sonucuydu.

Güzel sözü kötüler anlamaz
Kasabanın birine meşhur bir vaiz gelmişti. Vaizin güzel hitâbeti, mimik ve jestleri, ahlâk ve fazileti âdeta milleti büyülemişti.
Her gün öğle namazından sonra yaptığı yarım saatlik konuşma halk için vazgeçilmez bir ihtiyaç hâline gelmişti. Kısa zamanda cami dolup taştı. Camiye gelenler vaizin tesirli konuşmalarından etkilenerek gözyaşı döker, gözyaşlarını silmeye mendil yetiştiremezlerdi. Bu meşhur vaizin ünü kısa zamanda her tarafa yayıldı.
Komşu ve uzak kasabalardan hocayı dinlemeye gelenlerin adedi bir hayli artmıştı. Hattâ etraf köylerden binekle veya yaya olarak hocayı dinlemeye gelirler, her gelen memnun olarak evine dönerdi. O kadar ki hocanın nâmı dağdaki eşkıyalara varıncaya kadar duyuldu.
işinde ve nişancılıkta çok meşhur olan bir eşkıya merak etti, bu hocayı bir de ben dinleyeyim diyerek bir Cuma günü Cuma namazını kılmak için kasabaya indi. Bir de ne görsün…
Halk sanki bayram imiş gibi bir sevinç, neş’e içinde birbirini selâmlıyor, birbiriyle kucaklaşıyor, birbiriyle ikramlaşıyor, hâl-hatır soruyor, fakirlere yardım ediyorlar, çoluk-çocuk bir arada camide, zenginle fakir yan yana, köle ile efendi aynı safta, büyük-küçük gönül gönüle ve gözler hoca efendide… Hoca konuşuyor, herkes gözyaşı döküyordu. Eşkıya bu hâle bir mânâ verememişti. Bu insanlar niye ağlıyorlardı? Vaiz bütün güzelliğiyle konuşmasına devam ediyordu. Bir ara gözlerini eşkıyaya dikerek dedi ki:
Ne oluyor, ne bitiyor bakıver,
Sular gibi amellere akıver.
Tövbe ile günahları yakıver,
Atıver gafleti, ömür bitmekte…
Eşkıya bu dörtlüğü düşünmeye başladı. Düşündü, ama gaflette olan kişi gaflette olduğunu bilemezdi. insan gafletten kurtulduktan sonra gafletin ne demek olduğunu anlardı. Biraz daha dinledi, anlamaya çalıştı. Pek bir şey anlayamadı. Nihayet sohbet bitti. Herkes hoca efendinin etrafını sarmıştı, musafaha ediyorlardı. Kendisi de hocaya yaklaştı:
“–Hocam, nâmınızı duydum, merak ettim ve sohbetinizi dinlemeye geldim, ama doğrusu hiçbir şey anlamadım.” dedi.
Hoca Efendi şöyle bir baktı. Anlatılan yüce hakîkatlerden etkilenmeyen ve duygulanmayan, bir şey anlamadığını söyleyen bu kişi kimdi? Sordu:
“–Siz ne iş yapıyorsunuz?”
“–Ben, hayatını dağlarda, ovalarda geçiren meşhur avcılardan biriyim”
“–öyle mi! Senelerdir avlayayım derken avlanmış olan kardeş, şimdiye kadar neleri avladın? övünebileceğin neyin var?”
“–öyle vahşî hayvanları, öylesine azgın hayvanları, ayıları, arslanları, ne aklına gelirse avladım; hiçbirisi benden kurtulamadı.”
“–Ben duyarım. Gerçekten dağlarda öylesine kart ayılar olurmuş ki avcılar onu bir kurşunla öldüremezmiş öyle mi?”
“–Evet, bazıları vardır ki bir kurşun değil 7-8 kurşunla ancak vurulur. Hattâ 10 kurşunla bile zor devrilenler var.”
Eşkıyanın bu sözünden sonra vaiz, taşı gediğine yapıştırdı:
“–Hele dur bakalım. Sen daha gönlüne henüz bir tane güzel söz kurşunu yedin. Tabiî ki hemen anlamazsın…”
Güzelliklerin de kötülüklerin de belli bir tesir gücü vardır.
Eğer insan kötü vasıflarla dopdolu hâle gelmişse artık ona güzel sözler tesir etmeyecek bir hâle gelir, ya da ancak musîbet gibi ağır tecellîler neticesinde tesir eder.
Aynı şekilde güzelliklerle müzeyyen hâle gelmiş kimselere de kötülükler kolay kolay sirayet edemez.
şimdi hepimiz kendimize bir bakalım; gönlümüze, aklımıza ve duygularımıza kolayca tesir eden şeyler neler?
Eğer güzelliklerse, ne âlâ… Ama kötülüklerse, o zaman nefsimize daha bir dikkat etmeliyiz.
Yoksa insanoğlu, vahşî hayvanlardan daha beter hâle gelir. çünkü nefsi kuşatan kötülükler o vahşîleştirir.
Yalanlar, fesatlar, gıybetler, dedikodular, haramlar vesaire derken insanoğlu ecel kurşunu ile cehenneme devrilir gider.
Allah muhafaza buyursun…
öyle ise gönüllerimizi güzelliklere, güzel sözlere, hikmetlere, hakîkatlere ve ilâhî aşka açmalıyız.
Güzel sohbetlerde anlatılanları kavrayarak hayat bulmalıyız.
Acin o guzel gonlunuzu o guzel soz kursunlarina..,
&
Birakin o dilinizi hep guzel soz kursunlari atsin..,
Her gün öğle namazından sonra yaptığı yarım saatlik konuşma halk için vazgeçilmez bir ihtiyaç hâline gelmişti. Kısa zamanda cami dolup taştı. Camiye gelenler vaizin tesirli konuşmalarından etkilenerek gözyaşı döker, gözyaşlarını silmeye mendil yetiştiremezlerdi. Bu meşhur vaizin ünü kısa zamanda her tarafa yayıldı.
Komşu ve uzak kasabalardan hocayı dinlemeye gelenlerin adedi bir hayli artmıştı. Hattâ etraf köylerden binekle veya yaya olarak hocayı dinlemeye gelirler, her gelen memnun olarak evine dönerdi. O kadar ki hocanın nâmı dağdaki eşkıyalara varıncaya kadar duyuldu.
işinde ve nişancılıkta çok meşhur olan bir eşkıya merak etti, bu hocayı bir de ben dinleyeyim diyerek bir Cuma günü Cuma namazını kılmak için kasabaya indi. Bir de ne görsün…
Halk sanki bayram imiş gibi bir sevinç, neş’e içinde birbirini selâmlıyor, birbiriyle kucaklaşıyor, birbiriyle ikramlaşıyor, hâl-hatır soruyor, fakirlere yardım ediyorlar, çoluk-çocuk bir arada camide, zenginle fakir yan yana, köle ile efendi aynı safta, büyük-küçük gönül gönüle ve gözler hoca efendide… Hoca konuşuyor, herkes gözyaşı döküyordu. Eşkıya bu hâle bir mânâ verememişti. Bu insanlar niye ağlıyorlardı? Vaiz bütün güzelliğiyle konuşmasına devam ediyordu. Bir ara gözlerini eşkıyaya dikerek dedi ki:
Ne oluyor, ne bitiyor bakıver,
Sular gibi amellere akıver.
Tövbe ile günahları yakıver,
Atıver gafleti, ömür bitmekte…
Eşkıya bu dörtlüğü düşünmeye başladı. Düşündü, ama gaflette olan kişi gaflette olduğunu bilemezdi. insan gafletten kurtulduktan sonra gafletin ne demek olduğunu anlardı. Biraz daha dinledi, anlamaya çalıştı. Pek bir şey anlayamadı. Nihayet sohbet bitti. Herkes hoca efendinin etrafını sarmıştı, musafaha ediyorlardı. Kendisi de hocaya yaklaştı:
“–Hocam, nâmınızı duydum, merak ettim ve sohbetinizi dinlemeye geldim, ama doğrusu hiçbir şey anlamadım.” dedi.
Hoca Efendi şöyle bir baktı. Anlatılan yüce hakîkatlerden etkilenmeyen ve duygulanmayan, bir şey anlamadığını söyleyen bu kişi kimdi? Sordu:
“–Siz ne iş yapıyorsunuz?”
“–Ben, hayatını dağlarda, ovalarda geçiren meşhur avcılardan biriyim”
“–öyle mi! Senelerdir avlayayım derken avlanmış olan kardeş, şimdiye kadar neleri avladın? övünebileceğin neyin var?”
“–öyle vahşî hayvanları, öylesine azgın hayvanları, ayıları, arslanları, ne aklına gelirse avladım; hiçbirisi benden kurtulamadı.”
“–Ben duyarım. Gerçekten dağlarda öylesine kart ayılar olurmuş ki avcılar onu bir kurşunla öldüremezmiş öyle mi?”
“–Evet, bazıları vardır ki bir kurşun değil 7-8 kurşunla ancak vurulur. Hattâ 10 kurşunla bile zor devrilenler var.”
Eşkıyanın bu sözünden sonra vaiz, taşı gediğine yapıştırdı:
“–Hele dur bakalım. Sen daha gönlüne henüz bir tane güzel söz kurşunu yedin. Tabiî ki hemen anlamazsın…”
Güzelliklerin de kötülüklerin de belli bir tesir gücü vardır.
Eğer insan kötü vasıflarla dopdolu hâle gelmişse artık ona güzel sözler tesir etmeyecek bir hâle gelir, ya da ancak musîbet gibi ağır tecellîler neticesinde tesir eder.
Aynı şekilde güzelliklerle müzeyyen hâle gelmiş kimselere de kötülükler kolay kolay sirayet edemez.
şimdi hepimiz kendimize bir bakalım; gönlümüze, aklımıza ve duygularımıza kolayca tesir eden şeyler neler?
Eğer güzelliklerse, ne âlâ… Ama kötülüklerse, o zaman nefsimize daha bir dikkat etmeliyiz.
Yoksa insanoğlu, vahşî hayvanlardan daha beter hâle gelir. çünkü nefsi kuşatan kötülükler o vahşîleştirir.
Yalanlar, fesatlar, gıybetler, dedikodular, haramlar vesaire derken insanoğlu ecel kurşunu ile cehenneme devrilir gider.
Allah muhafaza buyursun…
öyle ise gönüllerimizi güzelliklere, güzel sözlere, hikmetlere, hakîkatlere ve ilâhî aşka açmalıyız.
Güzel sohbetlerde anlatılanları kavrayarak hayat bulmalıyız.
Acin o guzel gonlunuzu o guzel soz kursunlarina..,
&
Birakin o dilinizi hep guzel soz kursunlari atsin..,

Yarattıklarında mevcuttur..kalp gözünüz..
BİR GÜN, BİR adam ellerini açıp yalvardı:
“Allahım! Benimle konuş!”
Tam o sırada bir çayırkuşu adamın bahçesinde en son şarkısını söylüyordu.
Ama adam çayırkuşuna kulak vermedi, ve devam etti yakarmaya:
“Allahım! Benimle konuş!”
Az sonra hava kapandı, gökgürültüsü ve şimşekle birlikte kuvvetli bir yağmur başladı. Fakat adam dinlemedi, yakarmaya devam etti:
“Allahım! Seni görmeme izin ver!”
O böyle yalvarırken, sağanak yağmur sona ermiş ve güneş bütün ihtişamıyla ışıklarını adamın evine kadar taşımaya başlamıştı. Fakat adam bu manzaraya aldırmadı bile. Her gün gördüğü birşey değil miydi bu?
Yalvarmaya devam etti adam:
“Bana bir mucize göster Allahım!”
O böyle yalvarırken, yakınlardaki evlerden birinden yeni doğmuş bir çocuğun ağlayışları geliyordu kulağına. Ama adam bunu da farketmedi.
Üzüntüden ağladı adam:
“Allahım! Cevap ver bana! Burada olduğunu bilmemi sağla.”
O ara, bir kelebek adamın koluna kondu, ama adam öbür eliyle kelebeği iteleyip kovdu. Ve ağlamaya devam etti:
“Allahım! Neden bana cevap vermiyorsun?”
(BAKIP GÖRMEK ARASINDAKİ FARKI ANLATAN KÜÇÜK Bİ HİKAYE...KALP GÖZLERİMİZ AÇIK OLURSA;RABBİMİZİ HEM DUYARIZ,HEMDE GÖRÜRÜZ...YARATTIKLARINDA MEVCUTTUR..)
“Allahım! Benimle konuş!”
Tam o sırada bir çayırkuşu adamın bahçesinde en son şarkısını söylüyordu.
Ama adam çayırkuşuna kulak vermedi, ve devam etti yakarmaya:
“Allahım! Benimle konuş!”
Az sonra hava kapandı, gökgürültüsü ve şimşekle birlikte kuvvetli bir yağmur başladı. Fakat adam dinlemedi, yakarmaya devam etti:
“Allahım! Seni görmeme izin ver!”

O böyle yalvarırken, sağanak yağmur sona ermiş ve güneş bütün ihtişamıyla ışıklarını adamın evine kadar taşımaya başlamıştı. Fakat adam bu manzaraya aldırmadı bile. Her gün gördüğü birşey değil miydi bu?
Yalvarmaya devam etti adam:
“Bana bir mucize göster Allahım!”
O böyle yalvarırken, yakınlardaki evlerden birinden yeni doğmuş bir çocuğun ağlayışları geliyordu kulağına. Ama adam bunu da farketmedi.
Üzüntüden ağladı adam:
“Allahım! Cevap ver bana! Burada olduğunu bilmemi sağla.”
O ara, bir kelebek adamın koluna kondu, ama adam öbür eliyle kelebeği iteleyip kovdu. Ve ağlamaya devam etti:
“Allahım! Neden bana cevap vermiyorsun?”
(BAKIP GÖRMEK ARASINDAKİ FARKI ANLATAN KÜÇÜK Bİ HİKAYE...KALP GÖZLERİMİZ AÇIK OLURSA;RABBİMİZİ HEM DUYARIZ,HEMDE GÖRÜRÜZ...YARATTIKLARINDA MEVCUTTUR..)
Bir bebeğin yarım kalan günlüğü
5 Ekim: Bugün var edildim. Buradayım. Varım. Müthiş bir duygu bu. Var olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor.
Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya! Bu bana yetiyor. Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlığımı ve benliğimi hissedebiliyorum. Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri seveceğim.
19 Ekim: Biraz büyüdüm. Kımıldamam mümkün değil. Annem henüz farkında değil ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum. Annem beni çok sevecek. Annem için güzel bir sürpriz olacağım.
23 Ekim: Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı. Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum. Bu "el"in dokunduğu yerler dudağım damağım oluyor. Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde tebessümler açacak, güleceğim. Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek. Herhalde önce "Anne!" diyeceğim. Anne duyuyor musun beni? Seninle konuşacağım. Sana güleceğim. Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim… Nasıl olur? Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya… Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. öyle değil mi anneciğim? Ah bir konuşabilsem!
27 Ekim: Bugün pek mutluyum. içimde tatlı bir kıpırtı başladı. Artık bir kalbim var. Kalbim atmaya başladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak. Sevgilerle dolduracağım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi ne kadar sevinirdi! Duyuyor musun anne?
2 Kasım: Her gün biraz daha büyüyorum. Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye başladı. Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacağım seni anneciğim. şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz. Belki birlikte okula gideriz.
12 Kasım: Ah evet… Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler. Aman Allah'ım parmaklarım da çıkmaya başladı. Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım, kalem tutacağım. Belki de güzel bir şiir yazacağım. Anneciğim, orada mısın? Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.
20 Kasım: Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada olduğumu öğrendi.. Yaşasın! Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmış. Resmimi bile çekti. Sevinmiyor musun anneciğim? Seneye kalmaz kollarının arasında olacağım…

25 Kasım: Artık babam da burada olduğumu biliyor. Fakat henüz kız olduğumun farkında değiller. Onlara sürpriz yapacağım..
10 Aralık: Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum, dudaklarım ve yanağım var… Anneme benziyorum galiba…
13 Aralık: Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun. Yine de mutluyum. Yaşıyorum ve varım. Kısa bir süre sonra gün ışığını görebileceğim, renkleri ve çiçekleri tanıyacağım. Rüyamda gördüm. Dünyada gökkuşağı diye bir şey varmış.. Onu çok merak ediyorum.. Anneciğim, babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim. Tanışacağız…. Mutlu olacağız. Gülüşeceğiz..
24 Aralık: Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Anneciğim, senin kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun? Hatta sesini bile tanıyabiliyorum. Sesin ne kadar tatlı… Hiç duymadığım bir şey bu… Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım. Kollarında uyuyacağım, yüzüne bakacağım, o tatlı sesini dinleyeceğim. Benim için ninni de söyleyecek misin anneciğim? Sen de beni özlüyorsundur mutlaka… Beni koklayacaksın.. çok seveceksin, değil mi?
28 Aralık: Anne burada bir şeyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle... Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin değişti... Sustun. Benimle niye konuşmuyorsun anne? Anne… Anne… Anneciğim… Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar... Anne bir şeyler yap… Anne… Kolumu çekiyorlar anne… Canım yanıyor anne... Anne… Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne... Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne… Anne kalbimi parçalıyorlar… Anneciğim… Anne… Anne… An…
Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya! Bu bana yetiyor. Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlığımı ve benliğimi hissedebiliyorum. Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri seveceğim.
19 Ekim: Biraz büyüdüm. Kımıldamam mümkün değil. Annem henüz farkında değil ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum. Annem beni çok sevecek. Annem için güzel bir sürpriz olacağım.
23 Ekim: Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı. Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum. Bu "el"in dokunduğu yerler dudağım damağım oluyor. Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde tebessümler açacak, güleceğim. Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek. Herhalde önce "Anne!" diyeceğim. Anne duyuyor musun beni? Seninle konuşacağım. Sana güleceğim. Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim… Nasıl olur? Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya… Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. öyle değil mi anneciğim? Ah bir konuşabilsem!
27 Ekim: Bugün pek mutluyum. içimde tatlı bir kıpırtı başladı. Artık bir kalbim var. Kalbim atmaya başladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak. Sevgilerle dolduracağım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi ne kadar sevinirdi! Duyuyor musun anne?
2 Kasım: Her gün biraz daha büyüyorum. Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye başladı. Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacağım seni anneciğim. şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz. Belki birlikte okula gideriz.
12 Kasım: Ah evet… Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler. Aman Allah'ım parmaklarım da çıkmaya başladı. Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım, kalem tutacağım. Belki de güzel bir şiir yazacağım. Anneciğim, orada mısın? Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.
20 Kasım: Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada olduğumu öğrendi.. Yaşasın! Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmış. Resmimi bile çekti. Sevinmiyor musun anneciğim? Seneye kalmaz kollarının arasında olacağım…

25 Kasım: Artık babam da burada olduğumu biliyor. Fakat henüz kız olduğumun farkında değiller. Onlara sürpriz yapacağım..
10 Aralık: Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum, dudaklarım ve yanağım var… Anneme benziyorum galiba…
13 Aralık: Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun. Yine de mutluyum. Yaşıyorum ve varım. Kısa bir süre sonra gün ışığını görebileceğim, renkleri ve çiçekleri tanıyacağım. Rüyamda gördüm. Dünyada gökkuşağı diye bir şey varmış.. Onu çok merak ediyorum.. Anneciğim, babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim. Tanışacağız…. Mutlu olacağız. Gülüşeceğiz..
24 Aralık: Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Anneciğim, senin kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun? Hatta sesini bile tanıyabiliyorum. Sesin ne kadar tatlı… Hiç duymadığım bir şey bu… Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım. Kollarında uyuyacağım, yüzüne bakacağım, o tatlı sesini dinleyeceğim. Benim için ninni de söyleyecek misin anneciğim? Sen de beni özlüyorsundur mutlaka… Beni koklayacaksın.. çok seveceksin, değil mi?
28 Aralık: Anne burada bir şeyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle... Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin değişti... Sustun. Benimle niye konuşmuyorsun anne? Anne… Anne… Anneciğim… Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar... Anne bir şeyler yap… Anne… Kolumu çekiyorlar anne… Canım yanıyor anne... Anne… Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne... Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne… Anne kalbimi parçalıyorlar… Anneciğim… Anne… Anne… An…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)