Ne Ol Ne Olma

Paranı ver, gönlünü ver selam ver, canını ver ama SIRRINI VERME!

Günlerini say, servetini say, büyüklerini say ama YERİNDE SAYMA!

Emek ver, kulak ver, bilgi ver ama hiç bir zaman BOŞVERME!

Satıcı ol, alıcı ol, kalıcı ol, bulucu ol ama BÖLÜCÜ OLMA!

Eşini beğen, işini beğen aşını beğen ama KENDİNİ BEĞENME!

Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle ama KİN BESLEME!

Davet et, hayret et, affet, tövbe et ama İHANET ETME!

Hedefe koş, yardıma koş ama, ORTAK KOŞMA!

Elini aç, gözünü aç, kapını aç ama AĞZINI AÇMA!

Okumaktan zarar gelmez, oku ama LANET OKUMA!

Rakibini geç, sınıfını geç ama GÜLÜP GEÇME!

Ev al, araba al, abdest al ama BEDDUA ALMA!

Zulmü devir, nefsi devir ama ÇAM DEVİRME!

Yaklaş, konuş, tanış ama UŞAKLAŞMA!

Doğrul, devril ama EĞRİLME!

Seslen, uslan ama YASLANMA!

İtil, atıl ama SATILMA!!!

eğer

Eğer


Eğer, herkes soğukkanlılığını kaybedip seni suçladığı zaman, sen soğukkanlılığını koruyabilirsen;
Eğer, herkes senden şüphelendiği halde onların bu şüphesini müsamaha ile karşılayabilirsen;
Eğer bekleyebilir ve beklemekten yorulmazsan;
Yahut iftiraya uğrar da, iftira ile mukabele de bulunmazsan
Ve aynı zaman da ne çok uysal olup ne de çok akıllıca bir tavırla konuşmazsan;
Eğer düşünebildiğin halde düşüncelerin kölesi olmazsan;
Eğer felaket ve saadetle yüzleşebilir ve bu iki sahtekârı aynı surette karşılayabilirsen;
Eğer hayatını vakfettiğin şeylerin yıkılışını seyredebilir ve eğilip kırık aletlerle onu tekrar kurabilirsen;
Eğer iş işten geçtikten sonra kalbini, sinirlerini ve vücudunu tekrar tam faaliyetle seferber edebilip gayene ulaşmaya çalışabilirsen;
Ve sana “dayan!” iradenden başka hiçbir şeyin kalmadığı zaman dişini sıkmasını bilirsen;
Eğer halk tabakasıyla konuştuğun halde faziletlerini koruyabilirsen;
Yahut krallarla dolaştığın halde gururlanıp benliğinden kaybetmezsen;
Eğer ne sevdiğin dostlarının, ne de düşmanlarının sözleri seni incitmezse;
Eğer herkesi sayabilir fakat kimseye fazla bağlanmamayı bilirsen;
Eğer her dakikanın altmış saniyesini doldurabilirsen;
O zaman artık adam olduğunu düşünebilirsin oğul...

RUDYARD KYPLYNG

KORKUYORUM



Korkuyorum...
Yağmuru sevdiğini söylüyorsun; ama yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun.
Güneşi sevdiğini söylüyorsun; ama güneş çıkınca gölgeye kaçıyorsun.
Rüzgarı sevdiğini söylüyorsun; ama rüzgar çıkınca pencereni örtüyorsun.
İşte bundan korkuyorum; çünkü beni de sevdiğini söylüyorsun!…

yagmur058ld1.gif

Ekmek kırıntıları



Bir dostum anlatmıştı:Bir tanıdıklarının evinde televizyon arıza yapmış, tamir için televizyoncuyu
çağırmışlar. Tamirci televizyonu tamir için arka kapağını bir açmışki, tv nin arka kısmında bir sürü
ekmek kırıntısı var.kel.JPG

Tabii, kimin yaptığını hemen anlamışlar, evin dört yaşındaki yaramaz kızı.Bu hangimizin evinde
gerçekleşirse gerçekleşsin bir çoğumuzun tepkisi hemen bağırıp, çağırmalar kızmalar hatta daha da
ileri gidip tamircinin yanında çocuğu dövmeya kalkan bile olur.

Fakat anne öyle yapmamış, çocuğuyla konuşmayı denemiş ve ona neden bunu yaptığını sormuş aldığı
cevap karşısında ise hüngür hüngür ağlamış,Meğerse çocuk televizyonda gösterilen Afrika' daki
çocukların zayıf hallerini gördükçe, mutfaktan ekmek alıp tv' nin arkasındaki ızagaradan içeri
atıyormuş.

Galiba çocuklar saflığını en iyi koruyan canlılardır.Ne güzel düşünce...

Bir yemek tarifi:)))

"İNSANLIK"BİR BARDAK GÜLÜMSEME İLE BAŞLAYIN
BİR KAP DOLUSU DOSTLUK İLAVE EDİN
BİR TUTAM YUMUŞAKLIK VE BİRAZDA NEZAKET TOZU İLE  KABARTIN
BİR KAŞIK ÜMİT
BİR BÜYÜK PORSİYON YARDIMLAŞMA
ÇOK MİKTARDA ILIM
BİR TUTAM ALÇAK GÖNÜLLÜLÜKLE ÇIRPIN
KUVVETLENDİRMEK İÇİN BİR ÇORBA KAŞIĞI GÜVENE  İHTİYACIMIZ OLACAK
BİR SADAKAT KASESİ İÇİNDE BİR ÖLÇÜ İNANÇ
İKİ ÖLÇÜ AKLI SELİM VE BİRKAÇ DAMLA HOŞGÖRÜYÜ
AZAR AZAR İLAVE EDEREK SEVGİYLE KARIŞTIRIN
İKİ KAŞIK GÜLÜCÜK 1 KAŞIK SABIR VE BİR TUTAM ÖVGÜ  İLAVE EDİN
ŞEVK İLE HİÇ DURMADAN KARIŞTIRIN
VE ŞÜKRANLA TATLANDIRIN
YEMEĞİN ADINI MERAK ETTİNİZ Mİ  ?

"İNSANLIK"

BİR AŞK HİKAYESİ



Daha henüz 18 yaşındaydı, ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmıştı. Kahır içinde eve kapamıştı kendini.. Sokağa çıkmıyordu. Annesi.. Bir de kendisi.. O kadardı bütün hayatı.. Bir gün fena halde sıkıldı, dayanamadı, attı kendini sokağa.. Bir yığın vitrinin önünden geçti.. Tam bir CD satan dükkanı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu. Geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar.. Hani ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte.. İçeri girdi.. Kız gülümseyerek koştu ona.. "Size nasıl yardım edebilirim" diye.. Nasıl bir gülümsemeydi o.. Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı.. Kekeledi, geveledi, sonra "Evet" diyebildi.. Rastgele bir plağı işaret ederek.. "Evet.. Şu CD'yi bana sarar mısınız?.." Kız CD'yi aldı, içeri gitti. Az sonra paket edilmiş geri geldi. Aldı paketi, çıktı dükkandan, evine döndü, açmadan dolabına attı..Ertesi sabah gene gitti ayni dükkana.. Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba, gene açmadan.. Günler hep alınıp sardırılan CD'lerle geçti.. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda.. Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda" dedi.. Ertesi sabah bütün cesaretini topladı. Erkenden dükkana gitti. Bir CD seçti. Kız gülerek aldı plağı. Arkaya gitti, paketlemeye. Kız içerdeyken bir kağıda "Sizinle bir gece çıkabilir miyiz" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi, notu kasanın yanına koydu gizlice.. Sonra paketini alıp kaçtı gene dükkandan.. İki gün sonra evin telefonu çaldı.. Anne açtı telefonu.. CD Dükkanındaki tezgahtar kızdı arayan.. Delikanlıyı istedi.. Notunu yeni bulmuştu da.. Anne ağlıyordu.. "Duymadınız mı" dedi.. "Dün kaybettik oğlumu.." Cenazeden birkaç gün sonra, anne oğlunun odasına girebildi sonunda.. Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı.. Oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü.. Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı.. İçinde bir CD vardı, bir de minik not.. "Merhaba.. Sizi öyle tatlı buldum ki.. Daha yakından tanımak istiyorum.. Bir akşam birlikte çıkalım mı.. Sevgiler.. Jacelyn!." Anne bir paketi daha açtı.. Onda da bir CD ve bir not vardı.. "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık.. Sevgiler.. Jacelyn!.."Unutmayın.. Düşündüğünüz şeyi mutlak söyleyin.. Birini seviyorsanız, söyleyin ona.. İçinizdeki söylemekten korkmayın. Birisi hakkında ne hissediyorsanız söyleyin ona.. Ve hemen söyleyin.. Hemen.. Çünkü, doğru zamanı bekler ve "İşte şimdi tam zamanı" derseniz, bir bakarsınız çok geç olmuş.. Gününüze sahip olun ki, pişmanlıklar yaşamayasınız. Hepsinden önemlisi, dostlarınıza, sevdiklerinize, ailenize hep yakın olun.. Çünkü bugünkü insan olmanızı onlar sağladı, sizi onlar şekillendirdiler.. "Seni seviyorum" demekten sakın, ama sakın çekinmeyin, utanmayın, korkmayın!.. Yaşamı yaşanmaya değer yapan şey sevgidir..

TEPKİSİZLİK

TEPKİSİZLİK


Unlu virtioz piyanonun basına oturmuş ve salonu
hıncahınç dolduran seyircilerin önünde, konserine başlamıştı.
Ancak tuşlara basıp çalıyor görünmesine rağmen,
telleri inceden sıkılmış olan piyanodan hiçbir ses çıkmıyordu!
Dinleyiciler, birbirine göz ucuyla bakarak ne yapmaları gerektiğini
Araştırıyorlar, fakat nedense tepki gösteremiyorlardı.
İki saat suren sessiz konserden sonra ünlü virtüöz
oturduğu yerden kalkarak büyük bir ciddiyetle onları selamladı.
Salon sürekli alkış sesleriyle çınlıyordu.
İngiltere’de yaşanan bu olaydan sonra piyanist,
kendisiyle röportaj yapan televizyon spikerine :
-"insanlardaki tepkisizliğin nereye kadar varacağını öğrenmek istedim"
.... diyordu...
- "Meğer siniri yokmuş.."

Mutluluğun Tanımı




Büyük bir kedi, kuyruğuyla oynayan küçük bir kediye sormus:
“Neden kuyruğunu kovalıyorsun?”

Yavru kedi yanıt vermiş:
“Bir kedi için en güzel şeyin mutluluk, mutluluğun da kuyruğum olduğunu öğrendim. Bu nedenle onu kovalıyorum, yakaladıgımda mutluluğa kavuşacagım.”

Bunun üzerine yaşlı kedi şöyle demiş:
“Gençken ben de mutluluğun kuyruğum olduğuna karar vermiştim. Ama şunu farkettim; ne zaman onu kovalasam benden uzaklaşıyor, ne zaman kendi yoluma gitsem hep peşimden geliyor.


GERÇEK SEVGİ


KÜÇÜK KIZ, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.



Ona göre, nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları, onun
hiçde güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi.

Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı. Çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç yıl içinde gerçeklerle yüzleşti.
Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti.

"Badem" dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.......

Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu.

Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye karar verdi.

Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı. Ve kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.

Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı.
Bu arada annesini hiç merak etmiyordu. Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.
Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat
ettiler. Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu.
Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı.
Karşısında bir dünya güzeli vardı. Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü.

Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan burnu düzelmiş, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.
Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak

- Sanki yeniden dünyaya geldim!. dedi. Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış.
Estetik ameliyatı siz mi yaptınız?
Yaşlı doktor
- Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!. diye gülümsedi.

Annenin bağışladığı gözleri taktık. Sen, O' nun gözünden gördün kendini!..

Acı bir öykü

8.jpg

Askerliğini bitirmiş olan genç askerliğini yaptığı şehirden ailesini aradı:
-Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum.
-Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz, diye cevapladılar.Oğulları,
-Bilmeniz gereken bir şey var diye devam etti.
-Arkadaşım savaşta ağır yaralandı.Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti.Gidecek hiçbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum.
-Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.
-Hayır. Anne,baba,onun bizimle yaşamasını istiyorum.
-Oğlum,dedi babası,bizden ne istediğini bilmiyorsun.Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur.Bizim kendi hayatımız var,bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz.Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin.O kendi başının çaresine bakacaktır.Oğlu o anda telefonu kapattı.Ailesi ondan bir süre haber alamadı.Ama birkaç gün sonra,polisten bir telefon geldi.Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler.Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu.
Üzüntü dolu anne-baba oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler.Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler:
Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı.
Bir çoğumuz bu hikayedeki aile gibiyiz;
Güzel olan ya da birlikte olmaktan zevk aldığımız insanları sevmek bizim için çok kolay, ama bize rahatsızlık veren ya da yanlarında kendimizi rahatsız hissettiğimiz insanları sevemiyoruz. Bizim kadar sağlıklı, güzel ya da akıllı olmayan insanların yanından uzak durmayı tercih ediyor

12.jpg

Zenginlik ve Fakirlik

bebek22.jpg 

Kadının biri, cömert olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip:

Bu şehirde benden fakir insan yok!.demiş.Bana biraz yardım edermisiniz?

Bilge adam,kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra:

Demek fakirsin!. demiş.hem de çok fakir.Ama karşılıksız yardım yapmak,âdetim değil!.Eğer yardım istiyorsan,çocuğunun parmağını satman gerekir..

Kadın,önce deli olduğunu sanmış bilgenin.Daha sonra da,kötü bir şaka yaptığını...Ama adam ciddi görünüyormuş.Kadına bir kese altın uzatıp:

Ayak parmağına da razıyım!.demiş.Zeten cerrah olduğumdan,ona acı çektirmem.

Kadın,bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken,adam:

Sadece tırnağını söksemde olur! diye devam etmiş.Biliyorsun zamanla yenisi çıkar.

Kadın,bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış.Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken,adam onun arkasından:

Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!.diye bağırmış.Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını,bir kese altına değişmiyorsun.

bloem591.gifbebek-resimleri_16.jpg

ZİNCİRLEME


Küçük bir kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi.
Bu gülümseme adamın daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı.
Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğle yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı.
Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.
Adam öyle minnettar oldu ki… İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını güzelce doyurduktan sonra, bir apartmanın bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreşen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi.
Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı.
Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı sonra apartman halkı… Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp ölümden kurtardılar.
Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir tebessümün sonucuydu.

kedi.jpg

Güzel sözü kötüler anlamaz

Kasabanın birine meşhur bir vaiz gelmişti. Vaizin güzel hitâbeti, mimik ve jestleri, ahlâk ve fazileti âdeta milleti büyülemişti.
Her gün öğle namazından sonra yaptığı yarım saatlik konuşma halk için vazgeçilmez bir ihtiyaç hâline gelmişti. Kısa zamanda cami dolup taştı. Camiye gelenler vaizin tesirli konuşmalarından etkilenerek gözyaşı döker, gözyaşlarını silmeye mendil yetiştiremezlerdi. Bu meşhur vaizin ünü kısa zamanda her tarafa yayıldı.

Komşu ve uzak kasabalardan hocayı dinlemeye gelenlerin adedi bir hayli artmıştı. Hattâ etraf köylerden binekle veya yaya olarak hocayı dinlemeye gelirler, her gelen memnun olarak evine dönerdi. O kadar ki hocanın nâmı dağdaki eşkıyalara varıncaya kadar duyuldu.

işinde ve nişancılıkta çok meşhur olan bir eşkıya merak etti, bu hocayı bir de ben dinleyeyim diyerek bir Cuma günü Cuma namazını kılmak için kasabaya indi. Bir de ne görsün…

Halk sanki bayram imiş gibi bir sevinç, neş’e içinde birbirini selâmlıyor, birbiriyle kucaklaşıyor, birbiriyle ikramlaşıyor, hâl-hatır soruyor, fakirlere yardım ediyorlar, çoluk-çocuk bir arada camide, zenginle fakir yan yana, köle ile efendi aynı safta, büyük-küçük gönül gönüle ve gözler hoca efendide… Hoca konuşuyor, herkes gözyaşı döküyordu. Eşkıya bu hâle bir mânâ verememişti. Bu insanlar niye ağlıyorlardı? Vaiz bütün güzelliğiyle konuşmasına devam ediyordu. Bir ara gözlerini eşkıyaya dikerek dedi ki:

Ne oluyor, ne bitiyor bakıver,
Sular gibi amellere akıver.
Tövbe ile günahları yakıver,
Atıver gafleti, ömür bitmekte…

Eşkıya bu dörtlüğü düşünmeye başladı. Düşündü, ama gaflette olan kişi gaflette olduğunu bilemezdi. insan gafletten kurtulduktan sonra gafletin ne demek olduğunu anlardı. Biraz daha dinledi, anlamaya çalıştı. Pek bir şey anlayamadı. Nihayet sohbet bitti. Herkes hoca efendinin etrafını sarmıştı, musafaha ediyorlardı. Kendisi de hocaya yaklaştı:

“–Hocam, nâmınızı duydum, merak ettim ve sohbetinizi dinlemeye geldim, ama doğrusu hiçbir şey anlamadım.” dedi.
Hoca Efendi şöyle bir baktı. Anlatılan yüce hakîkatlerden etkilenmeyen ve duygulanmayan, bir şey anlamadığını söyleyen bu kişi kimdi? Sordu:
“–Siz ne iş yapıyorsunuz?”
“–Ben, hayatını dağlarda, ovalarda geçiren meşhur avcılardan biriyim”
“–öyle mi! Senelerdir avlayayım derken avlanmış olan kardeş, şimdiye kadar neleri avladın? övünebileceğin neyin var?”
“–öyle vahşî hayvanları, öylesine azgın hayvanları, ayıları, arslanları, ne aklına gelirse avladım; hiçbirisi benden kurtulamadı.”
“–Ben duyarım. Gerçekten dağlarda öylesine kart ayılar olurmuş ki avcılar onu bir kurşunla öldüremezmiş öyle mi?”
“–Evet, bazıları vardır ki bir kurşun değil 7-8 kurşunla ancak vurulur. Hattâ 10 kurşunla bile zor devrilenler var.”
Eşkıyanın bu sözünden sonra vaiz, taşı gediğine yapıştırdı:
“–Hele dur bakalım. Sen daha gönlüne henüz bir tane güzel söz kurşunu yedin. Tabiî ki hemen anlamazsın…”

Güzelliklerin de kötülüklerin de belli bir tesir gücü vardır.
Eğer insan kötü vasıflarla dopdolu hâle gelmişse artık ona güzel sözler tesir etmeyecek bir hâle gelir, ya da ancak musîbet gibi ağır tecellîler neticesinde tesir eder.
Aynı şekilde güzelliklerle müzeyyen hâle gelmiş kimselere de kötülükler kolay kolay sirayet edemez.

şimdi hepimiz kendimize bir bakalım; gönlümüze, aklımıza ve duygularımıza kolayca tesir eden şeyler neler?
Eğer güzelliklerse, ne âlâ… Ama kötülüklerse, o zaman nefsimize daha bir dikkat etmeliyiz.
Yoksa insanoğlu, vahşî hayvanlardan daha beter hâle gelir. çünkü nefsi kuşatan kötülükler o vahşîleştirir.
Yalanlar, fesatlar, gıybetler, dedikodular, haramlar vesaire derken insanoğlu ecel kurşunu ile cehenneme devrilir gider.
Allah muhafaza buyursun…

öyle ise gönüllerimizi güzelliklere, güzel sözlere, hikmetlere, hakîkatlere ve ilâhî aşka açmalıyız.
Güzel sohbetlerde anlatılanları kavrayarak hayat bulmalıyız.
Acin o guzel gonlunuzu o guzel soz kursunlarina..,
&
Birakin o dilinizi hep guzel soz kursunlari atsin..,

rosebar.gif